Elbette siyaset doğruları yanlış, yanlışları doğru gösterme sanatı değildir. Batı toplumu Yeniden doğuş anlamına gelen, Rönesans’la kendine geldi her şeyde olduğu gibi siyasette de doğruya doğru, eğriye eğri demeyi kabullendi uyguladı ve sanayi toplumu oldu, kalkındı, büyüdü vede yüksek teknolojiyi de yakaladı.
Doğu halkları Rönesans’ı anlayıp gereğini yapamadıkları yani doğruya doğru, eğriye eğri diyemedikleri için geri kalmış veya az gelişmişlikten kurtulamadılar. Maalesef Yeniden Doğuş olan RÖNESANSI, iktidar olanlar kabullenip uygulamaktan korktular. Doğruları Yanlış, Yanlışları Doğru Göstermeden vaz geçemediler.
Yeniden doğuşun, parasal yatırımlarla ihtiyaç yok. Sadece YALAN Söylenmeyecek DEDİKODU ve MÜNAFIKLIK Yapılmayacak, Kanunlara riayet edilecek, Hak ve Hakikat Çiğnenmeyecek, insanımız eşit haklara sahip vatandaş olarak görülecek. Siyaset yapanlar bu ilkelere uyacak ve istismar etmeyecekler, hepsi bu kadar. Vatandaş, gerçeği görür ve uyar. Az gelişmiş ülkelerinin yöneticileri, doğru olmayı, doğruyu uygulamayı, iktidardan düşmemek için göze alamıyor. Ama buda işe yaramıyor, sonunda gidiyorlar.
Ne yazikki ülkemizde siyaset yapanlar gerçekleri çarpıtıyor. Darda ve zorda kaldıklarında da o söylem siyaset gereği söylenmiştir diyerek, pişkince işin içinden çıkıyor. Akla gelen gelmeyen her şeyi yani kanunları, inancı, kültürü, toplum menfaatini acımasızca kullanmaya, istismar etmeye OPORTÜNİZM deniyor. Türk siyaseti, OPORTÜNİZM bataklığından bir türlü kurtulamıyor. Toplum bölünüyormuş, kimin umurunda?
Tarihte yer alan bir hikâye sanırım bu durumu daha iyi açıklar. Sözde bilge insanlar heyet olarak toplanıp atın ağzındaki diş sayısını 13 gün tartışıyorlar ama bir sonuca varamıyorlar. 14. Günün başında toplantı başlarken genç bir birisi izin alarak atın ağzını açıp bakmayı teklif ediyor. Bu teklife sinirlenen heyet genci yaka paça dışarı atıyor. Laf yarışında olan siyasetçiler, aceba vatandaşa bakmayı umursamıyor?
Siyaset veya politika, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış olarak tarif ediliyor. Bütün sanatlarda gerçekten emek verilerek elde ediliyor. Türkiye’de Siyaset, emek veren, okuyan, yazan, araştıranlarla değil sahibine bağlı papağanlarla yapılıyor. Papağanların olduğu yerde, ehliyet ve liyakat sahibi olanlar da barınamadığı için ya susuyor ya da terk ediyor.
Siyaset bilimi, devlet ve iktidar kavramları üzerine araştırmalar yapmaktayken günümüzde, siyasi kararların tahlili, sosyal grupların karar ve etki ilişkilerindeki rolü, siyasi katılma, toplumsal yapı ve iktidar ilişkisi, devletin kökeni, siyasi değişme ve gelişme gibi konuları da incelemekle görevlidir.
Türkiye Cumhuriyetinin, siyasi tarihinde iktidarların asla vaz geçemedikleri tek madde kendilerinden öncekileri kötülemek, suçlamak yer yer de hain ilan etmekle geçmektedir. Siyasetçinin bu düşüncesine halkın en az yüzde sekseni katılmamaktadır. Geriye kalan yüzde yirmide her partiye dağılmış militanlardır. Bu konuda bir hikâye anlatalım. ‘’Oğul babayı dövüyormuş, babada gülüyormuş. Hem dayak yiyorsun hemde gülüyorsun diye soranlara, bende aynı yerde babamı dövmüştüm de ona gülüyorum’ ’demiş.
İktidar ve muhalefette olanlar HOŞSEDA ile anılmamak için ellerinden geleni yapmaktan adeta zevk alıyorlar. İktidar ve muhalefet olanlar gerçeklerde kucaklaşmadıkça, el sıkışmadıkça milletin tamamının kalbinde yer bularak tarihe geçemezler. Bayar, Menderes-İnönü, İnönü-Demirel, Demirel-Ecevit, Özal-Demirel, Özal-Ecevit, Demirel-Erbakan, Ecevit-Türkeş ve Erdoğan-Baykal-Kılıçdaroğlu kucaklaşsaydı, ihtilaller, kalkışmalar olamayacağı için devlet daha güçlü, millet daha mutlu olur ve demokraside otururdu. Halkı birbirine düşman olmazdı.
Atatürk diyor ki : ‘’ tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.’’ Bir gün doğrular yazıldığı veya söylendiği zaman siyasetçilerin hataları ortaya dökülecektir. Bir mütefekkir de diyor ki ‘’İktisaden ve fikren geri kalmış ülkelerde önemli olan, İLMİN bir konuda ne söylediği değildir. Önemli olan liderin söyledikleridir.’’ Türkiye 2022 yılında hala bu yanlış yolda devam ediyor. Elbet bir gün bu yanlış yoldan dönülecektir. Kesinlikle böyle gitmez, gitmemesi gerekir.
Türkiye’de demokrasi var mı, varsa ne kadar var sorusuna Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, ‘’ Demokrasi, bilenlerin ve ahlaklı olanların kurabilecekleri bir rejimdir’ ’Diyor. Okumadan, bilmeden, araştırmadan, öğrenmeden, yaşamadan, bilen ve ahlaklı olma mümkün olabilir mi? Sanmıyorum. Ancak, falancı-filancı olabilme de sadece bize has bir özellik oluyor.
HAYROLA, MUVAFFAK OLA, MUZAFFER OLA.