Kazadan Ziyade Balon Turizmi Düşürüldü
Bu haftanın en acı haberi bir balon kazasıydı.
Bir canımızı kaybettik. Öncelikle bu elim olayda hayatını kaybeden balon pilotumuza Allah’tan rahmet diliyorum. Yüreğimiz yandı. Gerçekten çok üzgünüm.
Ama açık söyleyeyim; beni asıl yaralayan sadece o kayıp değil…
Yıllardır Aksaray’da “balon turizmi olsun, biz de bu pastadan bir pay alalım” diye didindik durduk.
Olmadı.
Yıllarca olmadı.
Ve nihayet, bir iş insanı çıkıp "ben bu işi Aksaray’da yapacağım" dediğinde, daha doğru düzgün havalanamadan, bu turizmin umut balonları yere çakıldı.
Aksaray’ın yıllardır hayalini kurduğu balon turizmi "kara haberlerle" karalandı.
Ve biz yine turizmde geriye düştük.
Habercilikte rekabet olur, hız olur ama böyle hassas kazalarda resmî bilgi olmadan haber yapmak, sadece gerçeği değil, bir şehri de öldürür.
Bir haberle bir sektör gömülür mü?
Gömdünüz.
Ben buradan açıkça soruyorum:
Bir haber yaparken Aksaray’ın adı ne hale gelir, bir düşünür müsünüz?
Bir kere olsun o manşeti atmadan önce şunu sorar mısınız:
“Bu haber Aksaray’a ne getirir, ne götürür?”
Kazayı yazın, gerçeği saklamayın. Ama gerçeği büyütüp çarpıtarak şehir turizmine kurşun sıkmayın.
Yıllarca bu şehir “Kapadokya’nın gölgesinde kalmasın” diye uğraştık. Birileri çıkıp riske girdi, yatırım yaptı, uçurdu.
Ama biz haberle yere çaktık.
Aksaray’da balon düşmedi.
Ama bazı kalemler çok fena düştü.
Oturduğumuz Yerden Yazıyoruz, Çünkü Doğruyu Ayakta Unuttunuz
Bizi “oturduğu yerden haber yapıyor” diye küçümseyenler olmuş.
Varsın olsun.
Çünkü siz olayın içindeyken bile doğruyu yazamıyorsanız, biz oturduğumuz yerden bile sizi düzeltiyoruz.
Olay yerinde olmak marifet değil kardeşim. Orada olup da gördüğünü anlamıyorsan, anlamadığını yazıyorsan, yazdığını da yalanla süslüyorsan... kusura bakma ama o senin şahsi problemin. Ve o problemi, bizim adımıza örtmeye çalışmana da gerek yok.
Biz, haberi yaparken önce şu soruyu sorarız:
Bu haber Aksaray’a ne kazandırır?
Ne kaybettirir?
Bunu sormayanın, gazetecilikten önce vicdanı sorgulanır.
Cep telefonunun saniyeler içinde her noktaya ulaştığı çağda hâlâ "sahadaydım" diye övünen varsa, ona sadece şunu sorarım:
Gözünün gördüğüyle değil, aklının süzdüğüyle haber yapabiliyor musun?
Çünkü habercilik sadece görmek değil, tartmak ve taşımaktır.
Yıllarca adliye-polis muhabirliği yapmış biri olarak, bilginin nasıl doğrulanacağını ezbere bilirim. Ama artık o sahayı gençlere bıraktım. Onlar gitsin, onlar koştursun. Biz de haberin mutfağında pişmeye devam edelim.
Kusura bakmayın ama gazeteciliği sadece adliye kapısında nöbet tutmak sananlarla aynı dili konuşamayız. Çünkü biz o dili, sokakta değil; halkın yüreğinde öğrendik.
Birileri hâlâ “oturduğun yerden gazeteci olunmaz” diyorsa...
Ben de derim ki:
Ayakta durup yanlış yazacağınıza, oturun da doğru yazın.
“Lise Mezunuyum… Ama Ruhum, Sizin Diplomanızı Dörde Katlar!”
Geçtiğimiz günlerde Aksaray Valiliği’nin düzenlediği bir basın toplantısında yaşananlar, aslında yıllardır toplumun bir köşesine gizlenmiş o çirkin bakışın çırılçıplak ortaya dökülmesiydi.
Efendim ne olmuş?
Protokol masasına oturtulan sözde bir cemiyet başkanına, masada oturan bir akademisyen(!) dönmüş sormuş:
— “Eğitim durumunuz nedir?”
Cevap net: “Lise mezunuyum.”
Ve ardından güya okumuş, güya görmüş geçirmiş o ‘hoca’ ağzından baklayı çıkarmış:
— “Benim sizinle konuşacak bir şeyim yok.”
Vay vay vay...
Buyurun buradan yakın!
Lise mezunu olmak, bu memlekette artık dışlanma sebebiymiş meğer!
Bakın Sayın Hocam(!)
Siz belki üniversite sıralarında teori dinlerken, biz haberin izini çamura bata çıka sürüyorduk. Siz sınıfta “bir haberin unsurları nelerdir” diye slayt izlerken, biz o beş ‘N’ bir ‘K’yı sokakta cebimize koyup ekmek paramızın peşine düşüyorduk.
Şimdi kalkmışsınız, bir gazeteci arkadaşımıza dönüp "lise mezunusun, seninle konuşmam" diyorsunuz.
Siz, gerçekten kendinizi bu kadar mı yukarıda görüyorsunuz?
Ben de açık açık yazayım:
Ben de lise mezunuyum.
Hem de her sınıfı çift dikiş yaparak altı senede, dışarıdan, dişimle tırnağımla bitirdim. Ama o sıralardan çıkıp gelen her gün, benim kalemime, ruhuma, haber sezgime bir kat daha yansıdı. Bugün bana dönüp “seninle yazı konuşmam” demeye kalkan olursa, alın kalemi elinize, çıkın meydana derim. Bakalım kim kimi susturur.
Hadi gelin açık açık yazalım:
Bu meslek ikiye ayrılır. Mektepli olanlar vardır, bir de alaylılar.
Mektepli olan kitabı bilir, alaylı olan hayatı…
Ama hangisi kaleminin arkasında durabiliyor, mesele oradadır!
Gazetecilik, sadece haber yazmak değildir Sayın Hocam.
Yeri gelir aç kalırsın, yeri gelir tehdit edilirsin, yeri gelir sürgün edilir, yeri gelir bir masaya oturtulmazsın... Ama sen yine de doğru bildiğini yazarsın.
İşte biz o doğruyu, masa başında değil, sokak başında öğrendik!
Siz sanıyor musunuz ki kalem, diploma tanır?
Kalem, yürek tanır.
Kalem, vicdan tanır.
Kalem, sahayı tanır, teri tanır, mürekkep kokusunu bilir!
Siz neyi tanıyorsunuz?
O yüzden dönüp birine, "sen lise mezunusun, ben seninle konuşmam" diyorsanız...
İnanın konuşulmaması gereken tek kişi sizsiniz!
Hocam, ayar vermeye kalkan, günü gelince en sert ayarı yer.
Hem de öyle bir yer ki, o diploma bile sizi kurtaramaz.
Sözün özü şu:
Biz bu mesleği altın çerçeveli diplomayla değil, paslı bir fotoğraf makinesiyle öğrendik.
Ve o gün bugündür, ne kalemimizi eğdik, ne boynumuzu!
Siz, konuşacağınız kişiyi diplomasına göre değil, kalemine göre seçmeyi öğrenin.