Türkiye’de, Ehliyet, Liyakat önemsiz hale geldi. Bilim adamı ile cahil karıştırılmakta, ahlak, vicdan ve bilimde de önemsenmiyor. Sadakat ve itaatt, önemli hale geldi. Vatan, bayrak, inanç ölçüsü sadakatle ölçülüyor. Sadık değilseniz vatan, bayrak, inanç için yaptıklarınız önemli görülmüyor.
Hatta hain ve dinsiz olmakla suçlanabilirsiniz. Daha felaketi bilimden, dünya gerçeklerinden, hürriyet, demokrasi ve insan haklarından bahsederseniz hiç affedilme şansınız yoktur. Siyasiler sizi beğenmiyorsa, başınıza her an her şey gelebilir. Hatta Dünya çapında bilim adamı olmanız bile önem arz etmiyor.
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlının, yetişmiş bilim adamları zamanında yükselme dönemine ulaştıkları kabul edilmektedir. Bilim adamlarına önem verilmemeye başlandığında duraklama, gerileme ve yıkılma dönemlerine girildiği de tarihen sabittir. Bilim, eğitim ve öğretime önem veren her ulus mutlaka ilerlemiş ve yükselmiştir. Aksi halde her ulus önce zayıflamış ardından da tarihten silinmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının, başlangıç ve yükselme dönemlerinde bilime ve bilim adamlarının görüşlerine hanlar, hakanlar ve padişahlar inanmış ve önem vermişlerdir. Adalete önce kendileri inandığı için bütün yönetim kadroları da uymuştur. Ehliyet ve liyakat sahibi yöneticilerde görevlerini mükemmelen yapmışlardır. Halk da mutlu olmuştur. Dolaysıyla dünya kamuoyunda saygın bir yerleri olmuştur.
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde, Atatürk, o günkü yokluk ve bitkin zamanlarda dahi eğitim-öğretime ve bilime ve bilim adamlarına, çok önem vermiş hatta ülkemizde olmayan hocaları yurt dışından getirttirerek Türkiye’de ders vermelerini sağlamıştır. Türk üniversiteleri çağa uygun eğitim yapar hale gelmiştir.
Cahil ve âlimin ayırt edildiği, altın çağını yaşadığı dönem başlamış ve haylı yol alınmıştır. 1938’de Atatürk’ün ölümünden bir yıl sonra İkinci Dünya Savaşı çıkarak Dünyayı kana bulamış. Türkiye bu savaşın dışında kalmayı başarmış ama planlanan kalkınma ve eğitimin birçoğu gerçekleşememiştir.
1946’da çok partili sisteme geçilmiş ve 1950 yılında, büyük çoğunlukla Demokrat Parti iktidara gelmiş. İktidarla ana muhalefet milli meselelerde bile anlaşamamıştır. Siyasi yarışmalar yer yer düşmanlığa varmış ve ülke insanları gruplara ayrılmış, bilime ve bilim adamlarına, liyakata önem verilmemeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemlerde, eğitim ve öğretim gerçekten ehliyet ve liyakat sahiplerinin ellerine bırakılmamış. İlk, orta, lise ve üniversitelerimizde eğitim ve öğretim, çağın gerisinde kalmaya başlamıştır.
30-40 yıldır özellikle ilk, orta ve liselerimizin yönetimi, sözde eğitim için kurulan ancak eğitimi değil siyaseti öne alan sendika başkanlarının ellerine bırakılmıştır. Okulların idaresi, başarıya, liyakat ve ehliyete göre değil, sendika başkanlarının veya siyasi iradenin keyfine bırakılmıştır. Ülkede eğitim ve öğretiminin gerilemesi sağlanmıştır. Ayrıca eğitim camiası ikiye bölünerek kamplaşma sağlanmış, eğitim- öğretim zayıflamıştır.
Üniversitelerimize gelince, durum daha vahimdir. Siyasi ölçüyle atanan rektörlerimiz, dekanlarımız ve bölüm başkanlarımız tabi olarak bütün üniversite içi atamaları ehliyet ve liyakata göre değilde siyasi iradeye yakınlığına ve siyasi düşüncesine göre atamışlardır. Bu atamalarla kalite düşmüş öğrenci başarısızlığa itilmiştir. Dolaysıyla 2023 yılında Dünya’da ilk 500’ün içinde hiçbir Türk Üniversitesi yer alamamıştır.
Devletimizi ve hükumetimizi yönetenler, bu yazdıklarımızı bilmiyorlar mı? Elbette hem de bal gibi biliyorlar, ancak büyük bir kısmı akıllarınca eğitim ve öğretim aleyhine siyaset yapmayı başarı kabul etmektedirler. Buna itiraz eden öğretim üyeleride rahatça susturulmaktadır. Plansız ve programsız ve gereksiz açılan üniversitelere gerçek öğretim üyesi bulunamadığından, akademisyenler zorlamayla doçent ve profesör yapılmaktadır. Bir sürü doçent ve profesör yeterli yabancı dil bilmediğinden, dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip edememektedir.
Bizim dilek, temenni ve samimi düşüncemiz, cahil ila bilim adamının ayıt edildiği ve bütün idari kademelerde özellikle de eğitim ve öğretim de cahillere ve kendimize yakın olanlara değil gerçek bilim adamlarına idarecilik ve yetki verilmesidir. Ancak o zaman Türkiye, bilim sahasında dünyayla rekabet etme şansını yakalayabilir.
Hayrola, muvaffak ola, muzaffer ola.





